Kapitalist üretim tarzı tekelci aşama ile birlikte yaşam felsefesi olarak pragmatizmi geliştirdi. Rekabetçi kapitalist dönemin tekelci evreye dönüşmesi böyle bir yaşam felsefesini doğurdu. 1850’li yıllarda gelişkin kapitalist ülkelerde başlayan bu tekelci dönem ve felsefesi olan pragmatizm artık bu gün bütün dünyada egemen hale gelmiş bulunuyor. Pragmatizmin ölçüsü, özü ve mantığı şuydu; Bir şey benim çıkarıma ise doğrudur. Kişisel çıkarıma değilse yanlıştır. Dikkat edilirse burada merkez alınan toplum çıkarı değil kişisel çıkardır. Kişinin çıkarı kartellerin, tekellerin, tröstlerin, holdinglerin, şirketlerin ve firmaların çıkarı olarak billurlaşır. Çünkü bu ekonomik oluşumlar kişilerin başında olduğu özel teşebbüslerdir. Ve kişide somutlaşırlar. Bütün bu oluşumlar üretim süreçlerinde kurumsal çıkarlarına göre davranırlar. Kâr varsa bir çalışmada bu kıstas yeterlidir onlar için.
İnsan sağlığına zararlı olması ya da toplumun zararına olup olmaması onlar için baz ve kıstas değildir. Pragmatist yaşam ve idarecilik anlayışının Türkiye’ye yerleşmesi ve hayat bulması 12 Eylül dönemi ile başlar ve Özal dönemi ile yaşam bulur. İş bitiricilik yaklaşımı pragmatizmin yönetim alanındaki uygulanma biçimidir. Hal böyle olunca, özünde zaten bencil olan insan doğasına pragmatizm çok uygun bir kıyafet olduğundan, herkes bu kıyafeti hızla giyindi. Pragmatizm kıyafetinin ruhlara giydirilmesi toplumsallık adına ne kadar değer ve kazanım varsa tümünün aşınması, zayıflaması ve yok olması anlamına gelir. Bu yaşam felsefesi zorunlu olarak insanlar arası ilişkileri de alabora ederek yeni bir ilişki biçiminin oluşumuna yol açtı. Yeni ilişki biçiminin merkezinde ÇIKAR vardır. Çıkar merkez alınınca artık yapılacak işin, davranışın ya da yaklaşımın doğru mu yanlış mı olduğu sorulmaz ve aranmaz olmak zorundaydı. Öyle de olmuştur. Oysa ki bir yaklaşım ya da işin doğruluğu GÜVEN denen öznel olguyu yaratıyordu. Ve insanlar arası ilişkiler güven üzerinde muhkem bir şekilde yürüyordu. Her türlü ilişkide (iş, arkadaşlık vb.) bu güven dediğimiz öznel olgu taraflara moral motivasyon, huzur, mutluluk katıyordu ve insanlar şevkle ve keyifle çalışıyor ve yaşamdan bir tat alıyordu.
Genel olarak ilişkinin diyalektiği nasıldır? Buna biraz bakalım ; İnsanlar arası ilişkilerde süreç içinde bir özgül ağırlık oluşur. Bu oluşum ilişkinin tarihçesi, mahiyeti, nitelik ve niceliğine göre bir duygu yoğunluğu demektir. Bu duygu yoğunluğunun merkezinde GÜVEN olur. Saygı, sevgi vb. duygular çekirdek olan güvenin etrafında var olurlar. Güven sarsıldığında ilişki ( her tür ilişkiyi kastediyorum, iş, çalışma, arkadaşlık, dostluk, aşk vb.) bir enkaz halini alır. Anılar, sevgiler, ilgiler, algılar bu enkazın altında artık can çekişme sürecine girerler. Bu can çekişme kadar insana acı veren başka bir şey yoktur. Lakin ne yazık ki ilişkinin diyalektiği böyle işlemektedir. Bu duruma gelen ilişki artık ölmüş demektir. Pragmatist felsefeyi benimsemekten kaçamayan insanlık ailesi ilişkilerinde artık güven vermekten uzaktır. Bütün ilişkiler güvensizlik üzerinde, şüphecilik ekseninde, iki yüzlülük üzerinde ve kişisel çıkar ve yarar hanesi gözetilerek geliştirildiğinden kimseye moral, huzur, rahatlık ve motivasyon vermemektedir.
Devam edecek.
Doğan Karaağaç