Ana Sayfa Gündem, İletişim, Kadın, Kültür, Yaşam 6 Eylül 2024 301 Görüntüleme

KAPI KİLİDİ

Yıllar önce kasaba şimdi mahalle olan, kendisine bağlı beş dağ köyü dahil herkesin birbirini tanıdığı küçük bir şehirde doğdum ve büyüdüm. Bu güzel şehirde, evimizin kuzeyinde, sessiz sakin yolu ile 20 dakika kadar süren okullara, ilk orta ve liseye yürüyerek gidip geldim. İlk okula ilk gün ailem götürmesinden sonra her zaman kendi başıma okula gidip geldim. Ailem çiftçi olduğu için, ben daha okula gitmeden önce, onlar işçilerle birlikte tarlalara gitmek için yollara çıkmış olurlardı. Ailem işe gittikten sonra evde kendi hazırlığımı yapar ve sonra tek başıma okula gider, tek başıma okuldan gelirdim. Okuldan geldiğimde de ailem hala gelmemiş olurdu. Ha evin kapıları da ahşaptan basit kapılardı. Kapı kilidi nasıl bir şey ve niçin kullanılır yıllar sonra öğrendim diyebilirim.

Çünkü o yıllarda herkes herkese güvenirdi. Bu yıllar seksenli yıllar ile doksanlı yılların başına denk geliyordu. Okuldan geldikten sonra sokakta arkadaşlarımla oynamaya çıkardım. O dönemlerde, evlerinin sokak kapılarının önlerine koydukları oturma taburelerinde, örgü ören, ara ara gözlüğünün üstünden bizlere de göz kulak olan tek başına oturan teyzeler ile bir araya sohbet etmek için kapı önlerine çıkıp öbek öbek oturmuş komşu teyzelerimiz vardı. İsimleri ve yüzleri hala beynimde kazılı olan teyzelerimiz bazen sırayla bazen de hep birlikte sokağa çıkıp otururlardı. Biz çocuklar kendi yaşıtlarımızla sokakta o zamanın tüm çocuk oyunlarını oynar, eğlenirdik.

Ailelerimiz gelinceye kadar, bu teyzelerimiz sanki bizlere sırayla korurlardı. Pamuk ve zeytin toplama zamanlarında, gerek kış olmasından dolayı gerekse de işlerin niteliği gereği, ailelerimiz işten akşam ezanı sonrası gelirlerdi. Genellikle bu teyzelerimiz, akşam yemeği zamanı sırayla evlerine gider yemeklerini yer tekrar ailelerimiz gelinceye kadar yola çıkarlardı. Traktörlerin sesini duyduğumuz an hep birlikte mutlu olurduk.

Diyarbakır’da Narin çocuğumuzun kaybolduğu an, bu yaşadığım çocukluğuma gittim. Herkesin birbirini tanıdığı, birbirini koruduğu, kimin çocuğu olursa olsun tüm çocuklara sahip çıktığı ve kolladığı anılarıma gittim. Sokakların, okulların, evlerin, bahçelerin güvenli olduğu o anlarda, anılarda gezdim. Akşam yemeğinden sonra bile sokağa çıkıp sokak lambasının ışığında abla ve abilerimizle hep birlikte yakan top oynadığımız o anlarda komşu teyzelerimizin kışkırtıcı tatlı laf atmalarıyla birlikte kahkahalarla dolu sokak eğlencelerimizi hatırladım. Yaklaşık iki haftadır, Narin çocuğumuzdan haber almayı bekliyoruz.

Diyarbakır ili Bağlar ilçesinde bulunan Tavşantepe kırsal mahallesi gibi küçücük bölgede, herkesin birbirini tanıdığı bir yerde, 8 yaşındaki bir evladımızın kaybolması ve günlerdir bulunamaması çok ilginç değil mi? Ayrıca çok korkunç bir durum. Cevap bekleyen birçok sorular ile toplumumuzu da sorgular hale geldik. Giderek artan madde bağımlılığı, çarpık insan ilişkileri, kadın cinayetleri, doğa ve hayvan katliamları, ekonomik dengesizlikler ve haksız kazançlar, adaletsizlikler, güvensizlikler ve birçok sorun ile ülkemiz insanı mutsuz ve umutsuz bir hale geldi. Türkiye maalesef son yıllarda bambaşka bir ülke oldu. Nasıl böyle olduk? Sokaklarda güvenle oynamayı unuttuğumuz gibi sokakta güvenle yürüyemiyoruz.

Çocuklarımıza, kadınlarımıza, yaşlılarımıza, can dostlarımız evcil hayvanlarımıza, zayıf olan tüm insanlarımıza, çevremize, ormanımıza nehirlerimize, sularımıza bu kadar vahşi davranarak yok edenlere karşı hiçbir şey yapamıyoruz. Üzülerek görüyor ve yaşıyoruz. Maalesef huzurla yaşayabileceğimiz hiçbir güvenli ortamlarımız kalmadı. Her gün içimizi yakan haberler duyuyor ve görüyoruz. Bunun sebeplerini toplum olarak hep birlikte bakmalıyız. Kabahatli aramaktansa, çözüm yolları neler hep birlikte konuşmalı ve bulmalıyız.

Çözüm yolları siyasi otoritenin elinde gibi görünse de bu çözümlerin oluşması için bilinçli ve çözümü isteyen toplumun olması çok daha önemli. Böyle çözüm isteyen ve çözüm üreten bir toplum olmadığı müddetçe bu kara haberler artarak devam edecek ne yazık ki. Bunun için, Mustafa Kemal Atatürk’ün zamanında Türkçeye çevirttiği ve askeri okullarda okul müfredatına koydurttuğu, Türk askerlerinin ülkelerindeki “yaşamı yenilemek” için mutlaka okumalarını emrettiği, yazar Grigory Petrov’un yazdığı Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı eserini, herkesin mutlaka okuması konusunda tavsiye ediyorum. Bu kitap Atatürk döneminde yayınlandığı zaman Kuran-ı Kerim’den sonra en çok okunan kitap haline geldi.

Bu kitapta, tüm yoksulluğa, imkansızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde, askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, hepimize örnek olacak şekilde anlatan harikulade bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Kitabı okuduğunuzda eminim hepiniz etkileneceksiniz. Öncelikli olarak yapmamız gereken, sen ben demeden, hep birlikte birbirimize kenetlenmeli, güvenmeli ve sahip çıkmalıyız. Kapı kilitlerimizin olmadığı o günlerdeki gibi günlere özlem duymak yerine, “nasıl o günleri yaşayabiliriz?” düşüncesiyle harekete geçmeliyiz. Ancak, kapı kilitlerimizi kaldırmak için önce insanlık kilitlerimizi açmamız gerekiyor.

Av. Nebahat OSKAY ÜRÜN

Türk Kadınlar Birliği Kuşadası Şubesi Başkanı

Yorumlar

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Hazır Site web sitesi kurma webmaster By Uzman Tescil