Ana Sayfa Yazarlar 15.05.2025 108 Görüntüleme

Şair , Yazar

İnsan İlişkilerindeki Değişimin Diyalektiği (1)

Hemen herkes eski zamanlara özlem duyar. “Ah ah eski bayramlar ne güzeldi ! İnsanlık böyle miydi yahu? Ne ahlak kalmış ne vicdan? Komşularımızla bir aile gibiydik, şimdi komşumuzun adını bile bilmiyoruz! Kimse sözünde durmuyor, eskiden söz verildi mi mutlaka yerine getirilirdi. Söz senet gibiydi…vb.” Bu serzenişler temelsiz değil elbette. Gerçeğin dile ve söze gelişidir. Peki neden böyle oldu ve olmaya devam ediyor? Daha açık soralım; İnsanlık neden öldü ve ölmeye neden devam ediyor? İnsan türünün iyi yanları azaldıkça mutsuzluk artıyor. İnsan türü günümüzde nihilizmin girdabında kıvranıp duruyor. Ne kadar konfor artsa, bolluk olsa o kadar yalnızlaşıyor. Anlamsızlık duygusu genel geçer hal almış bulunuyor. Hiç bir şeyin tadı yok, anlamı yok deyip duruyoruz. Kimse kimseyi sevmiyor ve kimse kimseye güvenmiyor. Yalnızlık duygusu yüksek ısılı kaplıca suyu gibi, dayanılmaz yakıyor. İnsan ruhu bütün bu duyguların cenderesinde ( yalnızlık, güvensizlik, hiçlik, sevgisizlik, anlamsızlık ve boşluk vb. ) boğazı sıkılan biri gibi boğuldu boğulacak, biçare kıvranıyor. Evet özetle yaşam tatsız ve tuzsuz, yağsız ve soğuk bir çorba misali. Yenilmez, içilmez gibi, ama yaşamak zorundayız. Yaşam haliyle keyifsiz, gergin, kaygılı, sancılı ve stresli, mutsuz sürüyor. Eskiden neden yaşam keyifliydi de şimdi neden keyifsiz? Yokluklar içindeki ortaçağ topluluklarını düşünün mesela. Günümüzde sahip olduğumuz hemen hiç bir şeyin olmadığı ortaçağ insanının yaşamı ile günümüzün- modern çağın insanının yaşamını bir mukayese edelim. Durumu anlamak için böyle bir karşılaştırma yapmak yararlı ve kavratıcı olabilir. Hatta konunun daha iyi anlaşılması bakımından binlerce yıl öncesine giderek, avcı toplayıcı- gezgin, konar göçer, dönem insanının, henüz yerleşik yaşamı öğrenmediği dönemlerdeki insanın, topluluk davranışına bir bakalım.

İnsan gurupları ö dönemde yaşama tutunma mücadelesinde fazla kalabalık olmanın yarattığı sorunlarla baş edemeyince çareyi ve çözümü topluluğu ikiye ayırarak nüfusu küçültmeye yönelmiş ve ancak bu sayede yaşama tutunma yolculuğunda başarılı olabilmiştir. O dönemde bile yaklaşık iki yüze ulaşan bir insan topluluğunda pek çok sorun baş gösteriyor, hareket kabiliyetinin kısıtlanmasından tutalım, beslenmek için gerekenlerin teminine kadar, kendini ortak çabaya katmadaki kaytarmacı eğilimlerden tutalım güvenlik sorunlarına kadar pek çok sorun oluşuyordu. Sayı artıkça bir birini tanıma azalıyor ve azalan tanıma güvensizliğe yol açıyordu. Oysa güven (o çağda olduğu gibi bütün çağlarda) insan ilişkilerinin temelini oluşturan ana sosyal duygudur. Güven azalınca sorunlar çığ gibi büyümeye başlar. Böyle olunca da o dönem insanı, topluluk sayısı 150 kadar ( bilemedin 200 ) olunca yaşamın sorunlarını azaltmak ve yaşayabilmek için topluluğun ikiye bölünerek farklı iki gurup halinde yaşamını sürdürmesi yolunu ve yöntemini geliştirmişti.

Topluluk ne kadar az sayıda insandan oluşuyorsa insanların birbirini tanıması ve bu aşinalık üzerinde bir birine olan inanma ve güvenmenin ( ya da tersinin ) o denli yüksek olması bir gerçekliktir. Topluluk yaşamında yokluk ne kadar fazla, imkanlar ne kadar kıt, üretim araç ve gereçleri ne kadar vasıfsız ise insan ilişkilerinin sıkı-fıkı olması. dayanışma ve paylaşma eğiliminin yüksek olması o denli zorunlu ve kaçınılmazdır.

İnsan davranışlarına yön veren, onları şekillendiren ana faktör ihtiyaçlarıdır. İhtiyaçların bireysel imkan ve çabalarla temini ne kadar olanaklı hal alırsa ( yani kendi kendine yeterlilik artığı oranda ) insanın insandan uzaklaşması, ( yani insani duygular dediğimiz ve eskiden böyle miydi diyerek serzenişte bulunduğumuz insani yanların ) kaçınılmaz olur. İnsanın insana olan ihtiyacı azaldıkça insanın insana olan ilgisi, sevgisi ve muhabbeti de azalır. Olan da budur. Şimdi ortaçağ insanına bakalım. O dönemde insani duygular ( sevgi, güven, paylaşma, dayanışma vb. ) neden bu güne göre daha fazlaydı ? Çok geriye gitmeye de gerek yok. Bundan altmış yıl kadar önce yaşam pratiğinden bir örneklem üzerinden mukayese geliştirmeye başlayabiliriz.

Köyde yaşayan insanlar ateş yakacağı zaman dama çıkar nerede duman tütüyorsa oraya gider bir iki parça kor halindeki közü küreğine koyarak alır gelir onunla kendi ocağında ateş yakar ve aşını pişirirdi. Neden ? Çünkü çakmak, yada kibrit denilen şey yoktu.

Devam edecek.

Doğan Karaağaç 15 Mayıs 2025

Yorumlar

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Hazır Site web sitesi kurma webmaster By Uzman Tescil