Çocukken hayvanları çok düşünürdüm. Tek başına kulübede duran köpeği, sokakta yalnız dolaşan kediyi, bir çiftlikte yalnız kalan atı. Sular altında ki balıkları. Ve onları oldukça şanssız insanı ise çok şanslı bulurdum. Onların yani hayvan aleminin hayatı bana hep pek ilginç ve de mutsuz gelirdi. Sonra bu durumun bende değiştiğini gördüm. İnsanın şanslı olmadığını yada bu şanslı geliş dünyasını bir şekilde şanssızlaştırdığını kötülüğe daima davet çıkardığını yaşayarak algılamaya başladım. Doğada ki hayvan mı daha iyiydi, yoksa biz insan mı ? Hangimiz özde daha mutluyduk ? Bir kartal mı daha özgür, yoksa diyar diyar seyahat eden bir iş insanı mı ? Elbette ki bu soruları çoğaltabiliriz.
Ama insan yaşadıkça ve yaş aldıkça anlıyordu ki, getirdiği kural ve icatlarla tüm doğal hayatı yok ederek, aslında kendisini de bitiriyor daha da mutsuz ediyordu hiç farkında olmadan. Çünkü doğada ki hiç bir canlı, insan kadar aç gözlü değil ve de kaygılar içinde yarın endişesi taşımadığıdır. ” Şu gökteki uçan kuşlara bak, ne ekerler ne biçerler. Onun rızkını unutmayan Allah, senin rızkını unutur mu?” Mevlâna Celaleddin Rumi .
Öylede değil mi ? Allah kimin rızkını unutmuş ki? Öyleyse bu hiç bitmeyen hırs bizlerde nedendir ? Bu savaşlar her yaşta öldürülen insanlar, doğa katliamları, para güç statü ihtirasları nedendir ? Biz hiç bir hayvanın bu güdülerle yarını düşündüğünü gördük mü ? Getirdiği kurallarla icat ettiği sistemle daha da mutsuzlaştığını ?
Göremeyiz çünkü onlar kendi aleminde bizden çok daha mutlular. Ve insanın ihtiyaç duyduğu hiç bir şeye ihtiyaç duymayacak kadar da akıllı yaşadıklarıdır bu dünyayı. Sadece ihtiyacı kadar varlar ve ondan ötesinde yoklar “hiçler”. İşte biz insanlar her şeyi elde ederek daha da mutsuz bir hayata koşarken, hayvan yerinde kalarak bizden çok daha mutlu yaşıyor bu yaşamı, biz insana hiç fark ettirmeden. O halde gerçekte şanslı kim, insan mı hayvan mı ?
Zihni Gaymalı