DOLAR
Alış: 34.54
Satış: 34.68
EURO
Alış: 36.26
Satış: 36.40
GBP
Alış: 43.33
Satış: 43.65
DUVARDAKİ TELEFON
Bir arkadaşımın evine ilk kez gittiğimde salonun orta yerindeki duvarda bu telefonu gördüm. Çok garip gelmişti.. sormadım neden bu telefon burada diye… Bir eve ilk girdiğimdeki hissettiğim duyguya çok inanırım. Evlerin ruhu olduğuna inanıyorum. Eğer o ruhu yakalarsam o evlerle bir bağ kurarım hemen. Duvarlara dokunurum. Taşlar, duvarlar konuşur benimle.. Bu evde de öyle olmuştu. Evin sahipleriyle ilgili detayları öğrenmek benim için önemli olur. Öğrenince, kafamda o evlerin sahiplerinin yüzlerini canlandırır onları evin içinde günlük halleriyle hayal ederim. Yüzlerini bile görmediğim, tanımadığım o insanları her o eve gidişimde selamlar ve bir yerlerde beni duyduklarını hissederek onlarla o evde yaşarım evden ayrılıncaya kadar. Zaman içerisinde bu duvardaki telefonla ilgili bir yazı yazarım diye düşünüyordum…yaklaşık olarak 3 yıldır ötelediğim bu yazı garip bir tesadüfe dönüştü. Depremden 1 gün önce yine bu evdeydim, ve nedense o güne kadar resmini çekmemiştim. Zihnimdeki galeride duruyordu. Ve deprem günü, yani pazar gününün öğleninde oradan ayrılmadan tuhaf bir şekilde resmi çekmek istedim. Çünkü içimdeki ses “Çek Yeşim, yazı da gelecek” dedi. Çektim bir kaç resim. Ve Ada’ya döndüm. Pazar gecesi uyku tutmadı ve tuhaf bir şekilde dolandım evin içinde. Sabahın erken saatlerinde kahvemi içerken maalesef Deprem haberlerini Tv de öğrendim. Ve sonraki süreci hepiniz gibi koşturma, yardım ve Evin Burası platformuyla geçirdim tüm arkadaşlar, dostlar ve ülkemin insanları gibi. Çok hikayeler vardı, acılarla dolu, mucize kurtuluşlar ve gözyaşları. Çoğu zaman televizyon bile izleme zamanım yoktu. Ama bölük pörçük izlediklerimde, önemli hatta hayati önem taşıyan bir detay vardı. Telefon… Telefonların insanların kurtuluşlarında, enkaz altında bulunmalarındayken konum ve arama yapmalarına, yardım, destek çalışmalarına, yakınlarını bulmalarında ve ne acıdır ki hayatlarını kaybetmeden önce yaptıkları son yayın, ses kaydı ve sevdiklerine bıraktıkları son sözleri ile ne kadar hayati önem taşıdığını gördüm, gördük ve hala görüyoruz. Kaybolduklarını sandıkları çocuklarının resimlerini paylaştılar, ve buldular. Bu anları seyrettikçe bu yazı kendi kendine yazıldı zaten. Evlerin, duvarların ruhu olduguna inandıgımı söylemiştim. Şimdi depremle yıkılan, o evlerin ve duvarların artık gerçekten bir ruhu var artık. Dogmamış bebegiyle cennete giden, sabah okul heyacanıyla kalkamayan ögrencilerin, çocukların, kahvaltı hazırlayamayan annelerin, işe gidemeyen babaların,spor sevdaları yüzünden şampiyon olmak için yavru vatandan gelen yavrularımızın,can kurtarmaya gidemeyen doktor, hemşire ve sağlık çalışanlarının, üniversite hazırlıgında olan gençlerimizin ruhları o evlerin, duvarların yıkıntıları arasında. Hatta küçük Lila ‘mızın annesinin alıp dolaba astığı ve giyemediği, aklında kaldığı Sarı çiçekli elbisesinin de ruhu o evlerin, duvarların altında. Ben görüyorum o ruhları, Bu resimdeki duvardaki telefon gibi…” Keşke çalsa* diye düşünmüştüm ilk gördüğümde. Sonra dedim kendime” Çalsa ne yapardım acaba? ” Çalmayacağına emindim. Oysa depremdeki telefonlar hep çaldı.. Duvarlarda asılı değildi ama hepsi çaldı.. Kimi açtı telefonu, kimi ise uzun uzun çalmasına rağmen açılmadı. Kızardım insanlar ellerinden telefonları bırakmıyor diye, nereden bilirdim ki o telefonların bir gün birçok canı kurtaracağını. Belki ben de bir gün aynı çağrıyı yapıyor olacağım bir enkaz altında, veya bir duvar üstümdeyken. Sessizlikte çalan bir telefon sesinin uzayın derinliklerinden sanki bir sinyal almış gibi sevinen insanlar olduğunu gördükten sonra… Şimdi o evler, ve duvarların arası yine dolu, tedbirsizlik, cehalet, imar barışı denilen koca bir sahtekarlık zinciriyle, kurumların ve yöneticilerin rant sevdaları yüzünden, para hırsından, binaları yapanların, denetlemeyen ve izin veren sorumluların ve en önemlisi de, Sisteme dur demeyen, susan, bana dokunmayan yılan bir yıl yaşasın diyen, sorgulamayan, korkan, Saray denilen ucubede yaşayan inandıkları dinin ilk kelimesi “Oku” yu dahi anlamamış kafataslarının içinde beyin bile olmayan, konuşma, ve üreme organları çalışan Vicdansızlara dur diyemeyen bizlerin, hepimizin, suçu. O ruhları görün. Her enkaz ve yıkılmış duvarlara baktığınızda birinin sesini duyacaksınız tıpkı benim duyduğum gibi, bir oyuncak gördüğünüzde, veya bir kap yemek kalmış buzdolabındaysa o çocuğun, o annenin yüzünü göreceksiniz, bir kitap gördüğünüzde bir genç haykıracak size hani ben z kuşağıydım…. Kızının elini günlerce bırakamayan baba vardı ya… Onun ruhu da orada.. Evet yaşıyor hala, ama kalbi kızıyla birlikte o duvarın kenarında hala. Ben görüyor, duyuyorum… Ve asla unutmayacağımı biliyorum. Unutursam… Belki o duvardaki telefon gerçekten bir gün çaldıgında… Ya açamazsam… Açmakta çok geç kalırsam… Artık geç kalmak istemiyorum… Telefonların ucundaki seslere… Hayatlara… Hayatımıza…
Saglıkla kalın. Yeşim Akıncı 1 mart 2023 yesimakinci_68@hotmail.com.
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Benzer Yazılar
-
VEKİLLER GEÇİNMEK İÇİN SİMİT, LİMON MU SATACAK ?
-
ATASÖZLERİ İLE SİYASET
-
Uluslararası Ceza Mahkemesi ( UCM) kararı ve insanlaşma yolculuğu.
-
PES ETMEMEK
-
DÜŞÜNCE VE KANAAT ÖZGÜRLÜĞÜ, ÖYLE Mİ ?
-
SAĞLIKLI GÖZLER İÇİN BESLENME
-
BİR KUŞADASI MASALI
-
YARDIM KAMPANYALARI NASIL OLMALI
-
KLİMA KULLANMAK ARTIK ÇOK ZOR !
-
İYİ PARTİ’DE FRENLER TUTMUYOR
-
ÇOCUK HAKLARI GÜNÜNDE GERÇEKLER
-
İYİ PARTİ NASIL KURTULUR