MÜZE NENEM KOKUYOR
Etem ORUÇ
( M. Sayın Cem Cemil Öztürk, sanata sevdalı bir dosttumdu. Kitabım çıktığında 50 kitabımı alıp dağıtırdı. Çok güzel otantik arşivi vardı. Bu yazıyı Söke’deki- Otantika Müzesi için yazmıştım. Nur içinde yatsın.)
Zümrüt rengi çam ağaçlarının koyun koyuna yaşadığı Karıncalı Dağın eteğindeki düzlükte kara bir yörük çadırı varmış; ben o çadırda doğmuşum. Gökbel denilen bu yerin çevresi dikensi makilerle, sarı dikenlerle çevriliydi.
Dağın eteğindeki palamut ağaçları yüzyılların tanıklığını yapar, mersinler, kekikler, naneler yörük kızlarının kokuları olurdu. Bahar gelmeye görsün renk renk çiçeklerle süslenir bu bayırlar. Laleler, beyaz, kırmızı, mor, pembe renk renk…
Çiğdemler, mor menekşeler, pembe iğnelikler, kengerler, ebegümeci, turp otları, papatyalar nasıl süsler bayırları… İlkbahar doğurgan, üretken bir mevsim. Kuzu, oğlak melemeleri, kuş sesleri, çocuk sesleri birbirine karışır.
Anadolu’nun Kibele’si, Artemis’i kadar sevecen ve hamarat bir ninem vardı, Elif Ninem. On parmağı on marifet derler ya öylesine bir kadın. Sürüye giderken elinde kirman, durmadan çevirip yünü iplik eder. Bir bakarsın küçük çıkrıkta düzelttiği iplerle kolan örer, çadır, heybe örer. Birkaç işi genellikle bir arada yürütür.
Kuzuların zayıf olanını emziklerle besler, torunlara bakar. Keklik, bülbül sesleriyle yankılanan bu vadi cennetin ta kendisiydi. Gün geldi düze indik, taşlardan bir ev yaptırdı babam. Hayvanların sayısını azalttı, bir de ipek böceği çıktı ortaya. Hışır hışır ses çıkararak nasıl da yiyiyorlar dut ağacı yapraklarını.
Kozalarını örerken sanki yazgılarını da örüyorlar. Kendilerini kozanın içine tutsak ediyorlar. Kazanlarda kaynatılan kozalar çıkrıklarla ipek ipliğe dönüştürülüyor. Sonra da dokunup, ipek gelinlikler, ipek söz mendilleri, yağlıklar, yazmalar, sim işlemeli üstlükler neler neler…
Hep bunlarla yine Elif ninem uğraşır oldu. Ayten Ablam ganeviçe yaparak çiçek çiçek çeyizini hazırlar. Annem iğneyle kuyu kazarcasına iğne oyası örerdi. Kır çiçekleri canlanır oyalarında. Bayramlarda köyün kızları bizim evde buluşurdu. Elif Ninem onlara elişi öğretir, öğütler verir, kınalar yakardı ellerine.
“Elif Nine biz senin kadar güzel yakamıyoruz kınayı,” derlerdi.
Gelinlik ipekleri, söz mendillerini, tel işlemeli üstlüklerini bizden alırlardı ama bunları diken Makineci Fatma nineye koşarlardı. Giysi diktirecekler sıraya girerlerdi.
Makineci Fatma Ninenin elle çevrilen bir dikiş makinesi vardı. Gözlüğünü takıp masalcı nine gibi bağdaş kurup oturur, bir eliyle çevirip diğer eliyle kumaşı düzeltirdi.
Vakit geç olunca da Fatma Nine,
“Olan akşam, yollar tavşan, kalk gidelim gül ayşam,” derdi ne demekse…
Bayram yeri onun evinin doğu yanıydı. Biriktirdiği dikiş paralarıyla bayramda pamuk helvası, horoz şekeri, elma şekeri, oyuncaklar alarak köyü çocuklarını bayram sevincini yaşatırdı. Nineler dünyanın en tatlı insanlarıydı. Hiç kızmazlar, annem kızacak olsa hemen çıkışırdı Fatma Ninem:
“ Fadime, dokunma benim oğluma, bir gelirsem şimdi,” derdi.
Ben de hemen koşarak gider kedi yavrusu gibi kucağına gömülürdüm. O nasırlı elleriyle saçlarıma okşayışı hâlâ düşlerime girer…
Söke’de Otantika Müzesi’ne girince ninelerimi anımsadım birden. Onların göz nuru, el emeği ilmek ilmek, düğüm düğüm oluşturduğu güzelim ipek gelinlikler, giysiler, söz mendilleri, yağlıklar, üslükler, uçu iğne oyalı yazmalar, dedemin giydiği efe giysileri hep buradaydı. Bir de türkü çalıyordu.
“Her gün sarhoş, her gün sarhoş şu Aydın’ın uşağı.”
Aydın’daki Pınar başı köşkünü aradı gözlerim. Cem Cemil Öztürk de o denli güzel yönderlik yapıyor ki anlatılır gibi değil, yaşamak gerekir. Bir tiyatro aktörü denli duyarlı ve içten. Yüzlerinin mimiği, el hareketleriyle, ses tonlamalarıyla o günleri yeni baştan yaşatıyor izleyenleri.
Efe giysileri dik duruşu, iğne oyaları doğa sevgisini, ipek işlemeler yumuşaklığı, kanaviçeler göz nurunu, insan olmanın gururunu yaşatıyor.O kısacık sürede yüzyılları yaşıyorum için için… Onurlu, dikduruşlu, Türkmenler, Yörükler, Efeler, Elif analar dolaşıyor düşlerimde…
Bu müze gerçekten ninem kokuyor. Hele Söke Sanat Edebiyat ve kitap günleri için Söke’ye ve müzeye gelen Muazzez İlmiye Çığ ve Sennur Sezer de ilgiyle izledikten sonra. El emeği , göz nuru, sevda yüklü, acı, sevinç yüklü kadın teri kokuyor bu güzellikler.
Erkeklerin yaptığı neler var bu düşlere sığmayan gerçeklerde,” diye düşündüm.
Dedemin zeybek giysilerini dikenler de onlar… Sandıklar, oturaklar, masalar ve kocaman para kasaları…
Nedense çok da seviyorlar paraları… Parayı çok sevenler güzel sanatları, el emeği göz nuru yapıtları pek sevmiyorlar gibi geliyor bana . Sözümü Anadolu ereni Yunus Emre’nin bir dizesiyle bitireyim:
“ Sevelim, sevilelim” Nur içinde yatsın yurt sevdalısı güzel insan….