* Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın. *Yeryüzünde gördüğümüz her şey, kadının eseridir. ATATÜRK * Ve kadınlar, bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız…Nazım Hikmet Ran Kadına bakışı irdelediğimizde, evrensel değerlere ulaşmış hümanist bakış açısı aslında diğer görüşlere göre çok ileri aşamadadır. Ancak, bunlar olması gereken, insanca görüşlerdir. Tüm bunlara karşın, yaşamın gidişatını olumsuzlaştıranların kadınlara karşı yarattığı insanlık dışı davranışlarla mücadele zorunluluğu ortaya çıkmıştır. İlk çağlardan beri kadın ve erkek, her zaman birbirlerini tamamlayarak yaşamıştır. Genellikle biyolojik ve fiziksel nedenlerden ötürü cinsiyete dayalı iş bölümü yapılarak sosyal yaşamda denge kurulmaya çalışılmıştır.
Bazı dönemlerde kadın oldukça ön plana çıkmış, anaerkil yaşam süreçlerinde, doğurganlığı nedeniyle kutsallık atfedilen kadın, zaman zaman tanrıçalaştırılmıştır. Orta Asya Türk Devletlerinde kadınlar önemli siyasi haklara sahipti. O dönemlerde Türk kadını, evin harem kısmında yaşayan, erkeklerden kaçan, haklardan yoksun, pasif bir durumda değil, sosyal ve siyasi hayatın her noktasında aktif olarak yer almış, saygı gösterilmiş bireyler olarak yaşamışlardır. Yine o dönemlerde erkek ve kadın eşit haklara sahipti ve cinsiyet ayrımı asla yapılmıyordu. Büyük bir serbestliğe sahip olan kadınlar, ata binmek, avlanmak, dövüşmek ve şaman ayinlerini düzenlemek gibi haklara sahipti. Devlet yönetiminde de hatunluk hukukuna sahip Türk kadınının, eşinin yanında bir yeri ve söz hakkı bulunurdu. Bununla birlikte bazı dönemlerde ve çeşitli toplumlarda kadın, hiçbir hakkı olmayan değersiz bir eşya, bir nesne olarak görülmüş, hatta köle durumuna düşürülmüştür. Bu farklılıkları, yaşanılan toplumun anlayışına ve dönemin şartlarına göre de değerlendirmek gerekir.
Zaman içinde Türk kadını siyasi hakları kullanma açısından bazı sınırlamalara tabi oldu. Osmanlı Devletinde Tanzimat fermanının ilanına kadar olan süreçte kadınlar bir çok haktan yoksun kalmışlardı. Kadınların, toplumun kendisine uygun gördüğü, annelik, ev hanımlığı rolleri dışında kamusal yaşama girerek siyasi hakları kazanması ancak demokrasi, insan hakları, eşitlik kavramlarının gelişmesi sonucunda gerçekleşmiştir. Bu hakların kazanılması, uzun bir evrim sürecinde olmuştur. 20. yüzyıla gelinceye kadar kadınların siyasal ve toplumsal hayattaki rolleri sınırlıydı. Meşrutiyet döneminde kurulan bazı kadın dernekleri ve basın sayesinde Osmanlı kadını genel anlamda kadın haklarını arama yoluna gitmiş, siyasi hak talebini dile getirmeye başlamıştır. Ancak Türk kadınının gerçek anlamda siyasi hakları kazanması Cumhuriyetin ilanından sonra çıkarılan yasalarla gerçekleşmiştir. 1900’lü yılların başında Kadınlar Dünyası adıyla yayınlanan bir dergide kadın sorunlarına değinen yazılar yayınlanarak Osmanlı kadınının toplumsal hayatta etkin rol oynaması gerektiği savunulmuştur. Bu dergiyi çıkaranlar 1913 yılında kurdukları “Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti” (Osmanlı Kadınının Hakkını Savunma Derneği) çatısı altında toplanmışlar ve kadın haklarının geliştirilmesi için mücadele etmişlerdir. 1920’li yıllara gelindiğinde ise kadınların siyasi hak talepleri yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştı. Bu talepler karşısında erkekler tarafından karşı düşünceler ortaya atılmış, bu düşünceler zamanın gazetelerine yansımıştır. *“ Bu asabi tabiatlı cinsi latifler kırmızı rujlarıyla Meclise girseler seyretmek ne kadar da hoş olurdu.”