“Nazar mı değdi bize, düştük bu hale neden?”
1950’li yıllar, 7, 8 yaşlarındayım. Tarlada, bahçede bir iş olduğunda o kadar çok çalışırdım ki herkes hayran kalırdı. Sol elimde bir çıban çıktı. O zamanlar çok çıban olurdu nedense. Fatma Ninem görürü görmez:
“ Bu çocuğa nazar değmiş, kurşun dökelim,” dedi. Kurşunu teneke bir kapta eritip, bir tencereye de su koydu. Benin başımın üstüne getirerek erimiş kurşunu suya döktü. Caaaz diye ses çıkardı. Ninem, sudaki kurşunu bakarak.
“Kör olası, çakır gözlü biri,” dedi. Nazar, belli kimselerde bulunduğuna inanılan, insanlara, özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala mülke, hatta cansız nesnelere de zarar veren, bakıştaki çarpıcı ve öldürücü güç, göz.
Yörük sabah kalkınca önce dağlara bakar. Gözünün ferini, nazarını dağlara akıtır. Nazara ancak dağlar dayanabilir. Sonra hayvanlarına en son çocuklarına bakar… Mavi boncuk, çıtlık ağacından nazarlık fayda getirir.
Nazar inancının ardındaki güç, bakışın ruhla bütünleşmesidir. Nazar değmesi ile ilgili olarak en çok kabul gören görüş, gözdeki yansımadır. Eski insanlar sudan, aynadan yansıyan görüntülerinin kendi ruhları olduğuna inanıyorlardı. Karşılarındaki insanın gözleri içinde kendi küçük görüntülerini görünce tehlikede olduklarını, ruhlarının karşısındakinin gözleri içinde hapsolduğunu sanıyorlardı.
Bu korkunun dünya çapında genel bir inanca dönüşmesinin, şimdi Irak’ın bulunduğu topraklarda yaşamış eski Sümerlerden kaynaklandığı sanılıyor. Sümerlerin inançlarına göre bazı insanlar bakarak suları kurutabilir ve bu nedenle ölüme sebep olabilirlerdi.
Sonradan bu inanç, bir bakışla yaşayan şeyleri de kurutabilme yönünde gelişti. Doğu Akdeniz ve Ege kıyılarında bu inanca, sayılarının daha az olması sebebiyle, mavi gözlü insanların daha fazla nazarlarının değdiği inancı da ilave edilmiştir. Bu nedenle buralarda nazarı geri itmek veya ayna gibi yansıtmak için mavi göz şeklinde camdan yapılan nazarlıklar, nazarın değebileceği düşünülen her yere takılmaktadır.
İslamiyet öncesi Türklerin inançları, devirden devire, zaman ve mekana göre müthiş bir çeşitlik ve değişkenlik gösterir. Her şeyden önce Türklerin bir peygamberi ve kutsal kitabı olmamasına rağmen Türk destanlarında, masallarında ve Anadolu’da yaşamakta olan bazı grupların (Yörükler, Türkmenler, Aleviler, Mevleviler vs) gelenek ve göreneklerinde Türk töresine özgü inançların izlerine hâlâ rastlamak mümkündür. Türk töresi yüksek erdem, dürüstlük, mertlik, onur, kadına saygı ve sevgi, yaşlılara itibar ve hürmet ile hayvan ve doğa sevgisine dayanan bir yaşam birlikteliği olarak özetlenebilir. Kadın erkeğin yoldaşı, kutlu ailenin temel direğidir. Kadın ve erkek hep birlikte çoluk çocuk eğlenir, yemek yer, dans eder, saz çalar, şarkı söylerler. Doğa, kırlar, dağlar, göller, ırmaklar, hayvanlar, insanlar ve onların tinleri (ruhları) hepsi birliktedir, birlikte yaşarlar. Acun ve insan uyum içindedir. Şaman, kam, ya da, ozan-büyücü (druide) toplumun tinsel (ruhsal) önderidir. Her şey, her zerre canlıdır, hayat doludur. İnsanlara can vermeden önce gökte kuşlar gibi yaşayan tin “soluk, nefes” anlamına da gelir. Ölüm soluğun kesilmesi, tinin tenden (bedenden) ayrılması olarak algılanır. İnsan tini genelde kuş simgesindedir.
Tin ortak, tenler farklıdır. Hayvan ruhları da insan ruhları gibi ölümsüzdür. Hayvanın ayrı, insanın ayrı evreni yoktur. Evren ve yaşam birliği vardır. Bu tümlük ve ortak acun düşüncesi, kaynağını “Kök Tengri” Gök Tanrı’dan alır. İnsan Gök’ün verdiği yaşam gücünü korumaya ve çoğaltmaya çalışır. Bu yaşam gücü veya yaşam ruhuna “Kut” denir. Kut, “uğurlu, kutsal, şanlı” anlamlarına da gelir. (Kutlu olsun deriz). Gök, gökyüzü, gökler sadece tinlerin yerleşkesi değil, yaşam gücü olan Kut’un da çıkış yeridir. Edilen dualarda para, pul, servet yerine Tanrı’dan daha çok Kutsal Tin olan Kut’u vermesi istenir. Uzun yaşamın kaynağı Kut’tur. Örneğin, toprağın çoraklaşması Kut’un kaybolması olarak yorumlanır. Geyiklerin, kurtların, hayvanların yavrulaması, doğum olayı, bereket, bolluk Kut’un gücüdür. Hristiyanlıktaki Kutsal Ruh (Ruhulkudüs) gibi Kut doğrudan Tanrı’dan gelir. Gök Tanrı acunu, göklerdeki yıldızları, güneşi, ayı kapsayan bir varlıktır. Tengri sözcüğü hem somut gökleri, hem de soyut göklerin ruhunu betimler.
“Kök Tengri” Gök Tanrı anlamına geldiği gibi “Mavi Gök” anlamına da gelir. Bu aynı zamanda insan soyunun, tüm canlı ve cansız varlıkların kök ve kökeninin “Gök Tanrı” olduğunun gizli bir imgesidir. Bu tanrı-acun-insan-canlılar tümlüğü ileriki yüzyıllarda -Platonizm’in de etkisiyle- Tasavvuf (Mistisizm, Gizemcilik) ve Sufi felsefesindeki “Varlık Birliği” (Vahdeti Vücut) inancının temellerini oluşturacaktır.
Gök Tanrı’nın yeryüzüne yansıması olan Umay bir bereket tanrıçasına özgü tüm özellikleri taşır. Ürünler, ekinler, hayvanlar ve yavruları, analar, gebeler, bebekler, çocuklar yeryüzü Tanrıçası Umay’ın koruması altındadır. İnsan ölünce göğe uçar. “Öldü” yerine “sunkar boldı” (sungur kuşu oldu), ya da, “uçuverdi” denir. Cennet’in adı “uçmag” dır. Kötülerin gittiği “tamag” denilen cehennemde suçlular cezaları bitene dek katran kazanlarına atılır.
Nazar boncuğunun özünde Gök tanrı vardır. Mavi cam üzerindeki sarı göz, Tanrının gözüdür. İnancın, geleneğin yanı sıra süs eşyası olarak pek çok kişi nazar boncuğunu çok sık kullanır ve nazar boncuğu yapılırken içine kurşun döküldüğü için bunun iyi şans getirdiği söylenir. Mavi renkli her cam boncuk, eski halk inanışına göre nazarı uzaklaştırmaz.
Bu boncuklarda bulunması gereken özellikler vardır. “Göz Ocağı” niteliğinde, daha eski halk inançlarına göre “İyeli/Eyelü”, yâni koruyucu ruhu olan bir yerde eritilmiş olmaları gerekir ve eski zamanlarda nazar boncuğu ocaklarının kuruluşu, geçmişte özel bir tören ile olurdu. Bu ocakta sâdece nazar boncuğu yapılır. Ayrıca gerçek bir nazar boncuğunun yapımı elde olmalıdır.
Makinelerle seri halde üretilen boncuklar, sadece süs eşyası olur. Bildiklerimiz yanında bilemediğimiz o kadar çok şey var ki, örneğin Çin’de bakışlarıyla porselen tabağı kıranlar var. Göz enerjisi ne denli etkili? Bilim ve teknik ilerledikçe tanrısal saydığımız pek çok konu bilimsel olarak açıklanacak.
Bizler de başka varsayımlara yöneleceğiz. İçinde yaşadığımız yüzyıl, dev adımlarla pek çok sorunu çözerken, yepyeni arayışlara yöneleceğiz. Tanrı hepimizi nazardan korusun.