Gazeteci Zeynep İnak’ın 17 Nisan 2024 tarihli “SAYGIYLA SELAMLIYORUM” başlıklı yazısına ilişkin tespitlerine itiraz değil de ekleme ya da farklı yorumlama olarak bakış açımı dile getirmek ihtiyacı duydum. İtiraz olarak algılanırsa da tarafıma en medeni şekilde olumlu bir açıklama yapacaktır. Kendisini (yazılarını ve imtiyaz sahibi olduğu gazetesi Aktüel Ada’yı) Kuşadası’na yerleştiğim 2018 yılından beri takip ediyorum ve yazdıklarının neredeyse tamamına yakın kısmına imzamı atarım. Yaklaşık 6 yıldır bu şehirde yaşıyorum ve sürekli insanlarla irtibat halindeyim. Asker emeklisi olduğum için (bu şekilde yetiştirildik) düzenlilikten ziyade aksaklıkları daha önce fark ederim. İç Anadolu’nun bozkırında dünyaya geldim. Mutaassıp, muhafazakâr ve feodal topluluğun olduğu köy koşullarında çocukluğum geçti. Memleketim ile hiç irtibatım kesilmedi; senede en az iki defa ziyaret ederim. Tespitim şudur ki: “coğrafya kaderdir” tanımlaması tam tamına doğrudur. Bizim memlekette buralardan farklı olan bir sosyolojik gerçeklik vardır. İnsanların politik duruşları çok çabuk değişmez. Bunun anlamı ideolojik saplantı değildir. Omurga dediğimizde aklımıza gelendir. Yani bir kişi siyasette yol alacaksa beş parti değiştirmez. Solcu solcudur, sağcı sağcıdır. Değişen dünya koşullarında bu tanım doğru mudur yanlış mıdır tartışılabilir. İnsan beşeri olarak yol aldığında elbette görüşlerini değiştirebilir; zaten ilerleme ancak bu şekilde olabilir. Anadolu insanı siyasi tercihini yaptıktan sonra fikrini kolay kolay değiştirmez. Hacdan dönen yaşlı amcamız öldüğü güne kadar halk partili olarak kalabilir; ya da kentte yaşamış, modern hayatı benimsemiş bir şahıs Demirelci / Özalcı olarak yaşamını sürdürebilir. Burada belirleyici olan gelişime ayak uyduramamak ya da fanatiklik değil partisini ve politik duruşunu değiştirmenin bu kişi için “döneklik” olduğuna ilişkin inancıdır. Lidere hayranlık ve bağlılık kavramı da çok belirleyicidir.
Lâkin şu an yaşadığım bölgede / coğrafyada her ne kadar “HALK” dediğimiz kitle omurgalı yaşamayı tercih etse de siyasette yol almak isteyenlerde ciddi bir politik çıkarcılık ve duruş çarpıklığı vardır. Sanata ve kültüre yakın olmak konusu analiz edildiğinde ülke genelinde çok tuhaf ve şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkar. Her ne kadar Türkiye dışında bir ülke olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Avrupa tarzında yaşasa da eğitim standartları çok düşüktür; sanat, edebiyat, kültür bir çok kişinin umurlarında değildir.(kapsam dışında olanlar vardır ve tenzih edilir) Tunceli halkı katbekat bu konuda ileridedir. Yozgat gibi muhafazakâr bir şehrin en işlek caddesinde, bu toprağın öz evladı olup adını dünyaya duyuran, sayısız türkü derleyen ve yazan, uzun yıllar TRT’de Türk Halk Müziği başkanlığı yapmış duayyen sanatçı Nida Tüfekçi’nin albümünü bulamadığımız olmuştu. Şehir esnafının bir kısmı adını bile duymamıştı. Oysa ki 1965 seçimlerinde gerçek anlamda sosyalizm vadeden Türkiye İşçi Partisinin 15 milletvekilinden Yusuf Ziya Bahadınlı’nın Yozgat milletvekili olması da bilinç ve farkındalığı olan kitlenin aynı coğrafyada yaşamasına ilginç bir örnektir.
Ardahan gibi neredeyse köy büyüklüğünde bir il merkezinde “Kültürevi” olması başka bir şaşırtıcı tespittir. Kars / Cilavuz köy enstitüsünde yetişen öğretmenlerinden Dursun Akşam’ın oğlu Yazar ve Profesör Genel cerrah Alper Akçam tarafından 2004 yılının yaz aylarında açılmıştı. Alper Akçam ile tesadüf bir otobüs yolculuğunda yanyana Ankara’dan Ardahan’a gitmiştik. Cilavuz köy enstitüsünün inşasında annesinin ve babası Dursun Akçam’ın da olduğu öğrencilerin, ellerinde kerpiç ve çamur taşıyarak bu okulu yaptıklarını babası ve annesinden duyduğu anılarından öğrendiğini anlatmıştı.”Hocam niye uçakla gitmediniz de otobüsle bu çileyi çekiyorsunuz” diye sormuştum. “Ben yoksul halkımın içinde olmayı daha çok tercih ediyorum” demişti. Ardahan’a kültürevini açmak için gidiyordu. Muhteşem bir aydın olarak hafızamda durur.
Namuslu esnaflarımız tenzih edilir, ancak aynı malzemeyi kullanarak 40 dakikalık işe tam 4000 (dörtbin) TL fiyat veren ile yine aynı malzemeyi kullanarak bu işi 1000 TL’ye tertemiz yapan elektrik ustası (bizzat benim işimdi) olabilir mi? Evet burada olur ve oldu. Her bölgenin / şehrin / köyün iyisi de kötüsü de olur diyebilirsiniz. Evet ben de diyebilirim, lâkin bu kadar açık fırsatçılık ve vicdansızlığa burada rastladım diyebilirim. Mesleğim gereği bir çok şehir / bölgede yaşadım. Bir de tatil/ turizm belde / şehirlerinde sanata ve kültüre yakın olmayı tercih etmemek buradaki demografik farklık ve sosyolojik yaşam şeklinin sonucu gibi görünüyor. Ankara’dan gelen akademisyen bir yakınıma “hadi tiyatroya gidelim, üstelik ücretsiz” dediğimde “şuraya tatile geldik, tiyatronun sırası mı, boşver şimdi” cevabı pek de şaşırtıcı gelmedi bana
Çok yaşlı değilim (48 buçuk) ama şu sonuca vardım:
Zaten gelişimini tamamlamamış, kent kültürü oluşmamış (örgütsüz ve sosyolojik konulara duyarsız) toplumlarda / şehirlerde KAPİTALİZM illeti halkı dönüştürmede ve yozlaştırmada çok başarılı oluyor. Bu tahlilin içine din sömürüsü ve din ticareti yapan, toplumu nefret söylemleriyle özünden uzaklaştıran bir erk olunca toplumsal çöküş / yozlaşma kaçınılmaz oluyor. Birçok insan modern görünüyor ama gerçekten zır cahil hayat sürdürüyor. Ya da tersi olarak muhafazakâr olup beşeri gelişimde daha oturaklı ve irfan sahibi olabiliyor.
Nihayi sonuç olarak; işinde, yaşamında, siyaset hayatında, özellikle basın camiasında namuslu kalmayı başaranlar çok daha etkili ve sözü dinlenir oluyor. Bu küçük şehirde kurnaz/ ahlâksız olanlar kısa vadede kazançlı olduğunu düşünüyor ve hissediyor. Daha sonra kendisine duyulan sahte saygıyı bile kaybediyor. Namuslu / ahlâklı ve sağlam duruşu olanlar her zaman saygı görüyor ve vicdanı huzurlu, tabiatı gereği sosyal konulara duyarlı yaşayıp ölüyor. Ölümünden uzun yıllar sonra bile adı saygıyı hak ederek anılıyor.