Gözüm aydın Kuşadasına ablam geldi. Benim için büyük mutluluk. Bizim aramızda doğum tarihi olarak fazla bir zaman aralığı yoktur, ama o yine de, doğduğumdan bu yana ablalık yapar bana. Ablalık aksesuarını onun kadar iyi taşıyan var mıdır diye sormamın sebebidir kendisi. Ben onun pabucunu erken atmışım dama, henüz onaltı aylıkmış. Bizimkiler ne yapıp edip sevdirmişler beni ona da. Beni sevdirerek hayatı sevdirmişler aslında. Kıskanılacak bir şey olmadığını görüp, geleni sevince, hayat da aydınlanır büyük çocuğa, hem de öyle sadece çocukken değil ömrü boyunca. Sevgi hayatın tek olmasa bile en önemli, en en büyük güzelliğidir. Belki de tektir,… bence tektir..Tektir denebilir çünki onun varlığı durumunda tüm dünya gerçek güzelliğine erişir.
Genellikle ilk çocukta olur bütün travma. O annesini babasını başka birisiyle daha paylaşmak zorunda kalır. Zamanı, ilgiyi, sevgiyi, maddi imkanları, hepsini hepsini birdenbire paylaşma zorunluluğu doğar. Oysa ikinci, üçüncü, beşinci için durum farklıdır. Onlar zaten paylaşık bir yaşamın içine doğar. Paylaşmak olağan, sıradan ve doğal olandır onlara. İlk çocuksa; tek olmanın neticesinde her şeyin bütününe sahipken, sonradan gelenle tamın azına kanaat etmeyi öğrenmek zorunda kalır.Anne baba için kıskançlık duygusunu alt etmek zordur, Her çocuğa eşit mesafede durmayı ve gerekeni gereksinildiği ölçüde vermeyi zorunlu kılar. Anlaşılıyor ki bizimkiler başarmış. Kardeş, karındaş; aynı karından çıkma yoldaş, arkadaş demek. Öyle bir yoldaş ve arkadaş ki, ömrün boyunca her halükarda, yanında bulabileceğinin garantisi var. Diğerleri, yani kendimizin sonradan bulup, edindiği yoldaşlarımızın ve arkadaşlarımızın, hayat şartları gereği, belli bir zaman süresi oluyor. Kardeşliği hiçleyen kıskançlık duygusunu bertaraf etmek özgürlük de katar ruha. MaşaAllah diyorum kendimize ki, nazarım değmesin bize.
Bugün ablamla Güvercinadayı biz açtık. Epey bir zaman bizden başka kimsecikler yoktu. Sonrasında bir iki kişi önümüzden geçti. Bu güzel kale ada, bir süreliğine bize ait oldu. Sahibi bizdik! Onunla aynı ortamda büyüdüğümüz için olsa gerek, duygularımızı da iz düşümlü yaşıyoruz. Bana hitap eden her şeyin, ona da aynı derecede hitap ediyor olmasının keyfini yaşamak, her şeyin üstünde yer buluyor kendisine. Başka bir alemde, sanki başka bir boyutta akıyor zaman. Tertemiz havasını akciğerlere gönderdik. Sabahın ışıkları ile ruhumuzu yıkadık pakladık. Oradan, buradan, şuradan fotolar çektik. Banklarına oturup, sohbetlerken, ben onun gözlerinde küçük Güler’i, o benim gözlerimde küçük Güner’i gördü. Sarıldık onlara, bir öpücük koyduk yanaklarına, pat pat yaptık sırtlarına. Gördüklerimizi öyle özlemişiz öyle özlemişiz ki, görünce anladık hasretliğimizi !
Dün de uzun uzun KESE dağında oturduk. Oldukça rüzgarlıydı ama esen huzurun kendisiydi. Bildik onu, tanıdık hemen uğultulu sesini. Sardı bizi dört koldan. Ben, doğal olarak Kese Dağını öyle ballandırarak anlatmıştım ki, onun beklentisini tavan yaptığım için, ne görse beğenmeyebileceğinden şüphelenmedim diyemem. Neyse ki, korktuğum olmadı. En az ben kadar burayı değerli buldu.Benim gibi güzelliklerine hayran oldu. İkimiz, hatta onun kızlarıyla birlikte dördümüz, mest vaziyetlerde, zamanı unutup, hatta durdurmaya da çabaladık, unuttuk her bir şeyi. Önümüzdeki sarı otlara, maviş denize aynı gözlerle baktık. Aynı çam kokularını nefesledik.Aynı taşın tepesinde oturup bu an bitmese dedik.
Biz hep böyle miydik diye düşündüğüm vakit, cevap anında geliyor önüme . Evet hep böyleydik diyor o cevap. Onunla aynı doğanın içinde aynı özgürlüğü paylaşarak büyüdük. Sırdaş olmayı çok küçükken beraberce öğrendik. Başlangıç tarihi bile yok hafızada, öylesine eski bir tarihte başlamış gizli ortaklığımız.Dış dünyaya karşı bir bütün olmak, her şartta birbirimizin arkasını kollamak da aynı tarihlere denk gelmiş olsa gerek. Şanslıyız elbette. Bu insana hayatın en güzel konforlarından birisi sizinmiş duygusu veriyor. Her derde deva bir ilaç gibi. En korkunç hayhaşamlı havalarda bile güvenli bir limanın hazırda beklediğini bilmek gibi. Sakin, sessiz, temiz, ferah ve emin. Halbuki emin olmak ne zordur insana. Çok zordur, en zordur. Bu kadar çok bilinmeyenli denklemden oluşmuş yaşam içinde, emin olmak neredeyse imkansızken, imkansızı yaşamaktır deneyimlediğiniz. Bunu yaşamak da bir nasip elbette… Allahın nasibi olmakla beraber vesilesi de ana baba olsa gerek. Anne ve babanın verdikleriyle kişiliklerimiz oluştuğuna göre, ablamla olan pozitif düzlemdeki kardeşlik ilişkimizin mimar da, onlar olsa gerek. Kardeşliği bir mekan olarak düşündüğümüzde, o mekanı ters düz eden kıskançlık duygusunu bertaraf edenler de onlar haliyle. Onların bize olan tutumları. Teşekkürler onlara ! Kuşadasının renklerinin kolorimetre değerlerini yükselttiği için ablama da teşekkürler
Sevgilerimle
Dyt. Güner Erbay