Ana Sayfa Yazarlar 29.03.2024 336 Görüntüleme

Şair , Yazar

Kavramların Büyüsü ve Kaotik Toplum Gerçeği (2)

Sevgili okurlar bu günkü yazımda birinci makalemde ele aldığım konuya devam etmek istiyorum. Birinci makalede türümüzün baştan beri yaşam yolculuğunda hayali gerçeklikler yaratarak yol aldığını izah etmeye çalışmıştım. Hayalinde bir şeyler kurgulayan ve sonra bu hayali gerçekliklere güçlü ve dogmatik olarak inanan ve bağlanan türümüz onları birer gerçekmiş gibi algılamaya başlar ve onlarla bir yaşam tesisine girer. Bu bağlamda ele aldığımızda bütün partiler, inançsal ekoller birer hayali gerçekliktir. Millet, halk, ulus vb. kavramlar, bir ulusun bir diğerine göre üstün olduğu inancı vb. birer hayali gerçekliktir. Kadının erkeğe göre zayıf ve güçsüz olduğu iddiası, erkeğin üstün olduğu iddiası birer hayali gerçekliktir. Toplumdaki kastlar ve sınıflar birer hayali gerçekliktir. Para, altın, şirket, firma, holding, devletler birer hayali gerçekliktir. Yani biz insanlar bunlara inandığımız ve kabullendiğimiz için onlar birer gerçekliğe dönüşebilmiş hayali gerçekliklerdir.

Sevgili okurlar bütün bu saydıklarımız ve daha da onlarca sayabileceğimiz şeyler ve durumlar insanlar inandıkları için var olabilen ve inanma bittiğinde yok olacak olan şeylerdir. Hayali gerçeklikler olması bununla alakalıdır. Bütün bunları yaratan kimdir? Biz insanlar. Kendi yarattığımız, ad verip savunduğumuz, inanarak yücelttiğimiz bu şey yada şeyler bilinç evrimimize bağlı olarak anlamsız hale geldiklerinde onlara inanmaktan vaz geçeriz ve o zaman onlar bir gerçeklik olmaktan çıkarlar. Bir zamanlar köleci Roma, Rus Çarlığı, Nasyonal Sosyalist Nazi imparatorluğu vb… her biri bir hayali gerçeklikti. Olgusallık kazanmışlardı. Ama şimdi hiç biri yok. Ne oldu bunlara? Hayaldeki yerleri, yani onlara inanma – güvenme azaldığında göçüp gittiler. Demek ki her biri geçici- dönemsel ve hayalde var ettiğimiz için var olabilen gerçeklikler idi. Gerçeklik ile hayali gerçekliğin anlaşılması için çok basit bir örnek vermek yararlı olabilir. Örnegin her bir insan tek tek ele alındığında nesnel bir gerçekliktir. Somuttur ve bu bir olgudur. Ama bir insanın ben toplumun en iyi insanıyım diyerek buna inanıyor olması veya böyle diyen birine toplumun tümünün ya da bir kısmının inanıyor olması hayali bir gerçekliktir. Vb… Aslında türümüz hayali gerçeklikler yaratmada oldukça ustadır. Ve tüm tarih boyunca yarattığı en köklü ve ünlü hayali eseri de yaratıcılardır.

Kral-insan yaratıcılar, canlı cansız, görünen – görünmeyen yaratıcılar en büyük hayali gerçeklikler olarak türümüzün yaşamında en önemli yeri tutarlar. Türümüz hayali gerçeklikler üretip onlara bağlandıkça esas gerçeklikten uzaklaşır ve esas olana yabancılaşır. Esas gerçeklik nesnel olandır. Ormanlarımız, ovalarımız, dağlarımız, akarsularımız, atmosferimiz…kısacası gezegende olan bütün nesnel formlar ve süreçler birer esas gerçekliktir. Türümüz esas gerçekliği tahrip ede ede yol alırken, bu yol alışta düşe kalka ilerler. Şimdi bu izahtan sonra son üç-dört asırda, kapitalizmin gelişmesi sonrası burjuva sınıfının ürettiği eşitlik, kardeşlik, özgürlük, barış gibi kavramların mahiyetine bakalım. Bunlara demokrasi kavramını da eklemeliyiz. Bilindiği üzere bu kavramlara emeği ve emekçi sınıfların çıkarlarını temel alan düşünürler tarafından sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya istemine temel oluşturan sınıfsızlık ve sömürüsüzlük kavramları da eklenmiştir. Bütün bu kavramlar artık birer hayali gerçeklik olarak insanlık tarihinde yer almış bulunuyor. Sevgili okurlar dikkat edilirse bu son saydığımız kavramlar hepsi hayalimizde düşünce olarak önce var ettiğimiz ve önemli bir nüfusun da artık gerçekte inanmakta olduğu kavramlardır.

Önemli bir nüfus bunlara inandığı ve kabullendiği içinde artık bunlar gerçeklik kazanmış kavramlar durumundadır. Ancak gel gör ki bu hayali gerçeklikler kendi içinde uyumlu ve gerçekleşebilir değildir. Gerçekleşebilir olmamasının nedeni bu kavramların kötücül olmasından değildir. Aksine bu kavramlar her bakımdan iyicil kavramlardır. Güzel, insancıl ve olması gereken hayallerdir. Lakin bunlar bizzat bunları üreten biz insanların tabiatı ile uyumlu değildir. Yani insan doğasının kendisi kötücül bir doğadır ve bu iyicil kavramlar ile çatışmalıdır. Her bir insanın doğası kendini esas alma, kendi çıkarını önceleme, kendini sevme, önce ben şeklinde kodlanmış iken eşitlik istemi nasıl hayata geçirilebilir? İnsan doğası kendisi için sınırsız özgürlük isterken başkalarının da sınırsız özgürlüğünü isteyemez.

Zira herkesin sınırsız özgürlüğünü istemek kendisi için istenilen özgürlük sınırını daraltma sonucunu mutlak anlamda doğuracak bir istemdir. Teoride ortaya çıkan eşitlik istemi pratikte esas gerçekliğe çarparak kırılmaktadır. İnsan tabiatındaki biyolojik gerçekleşme ‘kendisinin herkesten önce ve önde’ olması şeklinde ifadesini bulan bir gerçekleşmedir. İnsan doğası herkesin tam olarak eşit olduğu kendisinin de herkesle eşitlendiği bir ortamda yaşamdan bir keyif ve haz alamaz. Zira insan doğası övülmeye, pohpohlanmaya, ruhsal okşanmaya, önde olmaya, farkındalığın objesi ve sujesi olmaya, her şeyin en iyisini kendinde somutlamaya göre tarihsel olarak kodlanmış ben-merkez bir doğadır. Eşitliğe göre düzenlenmiş bir sosyal ortama insan doğası uzun süre tahammül edecek bir form değildir. Sevgili okurlar makale uzadığından yeni bir yazıda konuyu ele almaya devam edeceğim. Buluşmak üzere.

Doğan Karaağaç

29 Mart 2024

Yorumlar

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Hazır Site web sitesi kurma webmaster By Uzman Tescil