DOLAR
Alış: 41.22
Satış: 41.39
EURO
Alış: 48.41
Satış: 48.60
GBP
Alış: 55.93
Satış: 56.34
Özelleştirme Değil, İktisadın Sosyalizasyonu Gereklidir Hayat hiç adil değil
Gezegende üreyen her canlı yaşama tutunmaya çalışarak hayat yolculuğunu sürdürüyor. On binlerce canlı türü var. Bir tür de biziz, yani insan türü. Gezegenin tümü ve türümüzün saptanabilen bütün tarihinin tümü üzerinden türümüzün yolculuğuna kare kare baktığımızda görebileceğimiz en belirgin şey adaletsiz bir yaşam yolculuğu olduğudur. Yetmiş bin yıldan bu yana diğer primatlardan bilişsel yetenek geliştirmesi sayesinde ayrışarak farklılaşan türümüz bütün gelişimine rağmen adaletli bir yaşamı geliştirebilmiş değildir.
Adaletsizlikler, eşitsizlikler, savaşlar, trajediler, yoksulluk ve sefalet ile şatafatlı statüler tüm açıklığı ile devam etmektedir. Toplumlar genel olarak huzursuz ve mutsuzdur. Peki bu durum nereden kaynaklanmaktadır? Gezegende yeterince ürün ve yaşamak için gerekli olan şeylerin yetersizliğinden mi? Hayır. Gezegen zengindir ve mevcut nüfusu çok iyi yaşatacak potansiyeli ve gerçek değerleri barındırıyor. O halde bunca sınıfsal uçurumlar, mutsuzluklar, yıkım ve kırımlar, acılar ve rezaletler neden yaşanmaktadır? Cevap çok basittir aslında.
Doyumsuz insan doğasının ben-merkez eğilimi. Bu eğilim hayvansal çıplak doğayı ifade eder. Demek ki geldiğimiz biyolojik kökleri, esas kodlarımızı aşamamış, insanlık iddiamıza rağmen insanlaşamamışız. İnsanlaşma yolculuğunun devam ettiğini sık sık belirtiyorum. Bu iş tamamlanmış bir iş değil, devam eden bir süreçtir. Bilgi artıkça insanlaşma işi de aşama kaydedecektir elbet. Ama bilginin artması temel oluştursa da, irade geliştirmedikçe türümüzün gezegende rahat yüzü görmesi, tam insanlaşması imkansızdır. Herkesin bildiği gibi insan türü bilgi yolculuğunda ( insanlaşma yolculuğu ) bir hayli yol aldı. Önce teolojik yaklaşıma sahipti. Her şeyi doğa dışı ve doğa üstü varlıklarla anlama ve izaha çalışıyordu. Bu teolojik yaklaşımı yüz binlerce yıl sürdü. Bilgisi ancak böyle bir yaklaşıma olanak tanıyordu. M.Ö. 6-7 yüz yıl öncedir ki ancak ve ancak teolojik yaklaşımın dışında bir yaklaşımı geliştirebildi ve doğa’nın kendisine yöneldi. Yani doğayı ve doğada olup biteni doğa kanunları ile anlama ve izah etmeye başladı.
Thales ile başlayan bu doğaya yönelim gittikçe gelişti ve şeyleri şeylerin kendi iç dinamikleri ile anlama, kavrama ve izaha yönelme dönemi başladı. Ama bu kolay bir kulvarda rahat bir düşün yolculuğu değildi elbet. Tutuculuk ve teolojik doğmatizim ile boğuşa boğuşa gelişen bir düşün yolculuğu idi. Doğaya yönelmek felsefenin oluşum ve gelişimine ve bu da bağrında bilimin gelişimine zemin oluşturdu. Felsefe ve bilimin yolculuğu antik çağ ve orta çağ boyunca teolojik kavrayışla savaşa savaşa yol aldı ve bugünlere gelindi.
Bu gün insan türü; Havada uçaklar yürütmekte, uzayda üsler kurmakta, Ay’a ve Mars’a yolculuklar yapmakta… Okyanuslarda- sularda gemiler ve deniz altılar yürütmekte… Karada envai türlü işler yapmakta, barajlar inşa etmekte, yağmurlar yağdırmakta, tüm canlıları yok edecek nükleer silahlar vb. üretmekte, kentler, yollar yapmakta, haftalar sonra hangi coğrafyada kar ya da yağmur yağacağını önceden bilebilecek düzeye gelmiş bulunmaktadır. Bütün bunları yapabilen türümüz neden adil bir toplum düzeni kuramamaktadır. Mesela herkesin huzur içinde bir yaşama sahip olduğu bir dünya ve toplum düzlemini neden kuramamaktadır? Eşitsiz yaşamı, yoksulluğu neden sonlandıramamaktadır?
Kaostan Çıkış Ve Sağlıklı Topluma Giden Yol adlı kitabımda insan türüne onurlu – sağlıklı ve güzel bir dünyanın nasıl inşa edilebileceğine dair düşüncelerimi ortaya koydum. Bütün bu soruların cevabını arayan dostlar bu kitabımı değerlendirebilirler. Şimdi toplumsal adaletsizliklerin azaltılması, minimize edilmesi mümkün ve gerekli iken bunun tersini yapan türümüzün bu yaklaşımını spesifik olarak ele alalım. İnsan türü yaşamı kolaylaştırmak ve olanaklı kılmak için işbirliği yapma ve birlikte yaşama yolunda yürürken kent devletlerini geliştirdi. Sümer rahip devletleri ilk örnekler olarak orta yerde durmaktadır. Bilahare birden çok kenti kapsayan devlet formu gelişti. Daha sonra imparatorluklara evrilen bir idare ve yönetim biçimi- düzeni gelişti. Bütün bunlar insanlığın yaşam yolculuğunda gelişen deneyimler olarak var oldu. Ne yazık ki bütün bu deneyimler eşitsizlikleri ortadan kaldıran bir mantık ve iradi yönelim ekseninde değil, eşitsizlikleri koruyan ve sürmesine zemin sunan bir mantık ve iradi yönelim ekseninde oldu.
İnceleyen her kes; Hammurabi kanunlarında bu yana gezegenimizde yazılmış ve yapılmış bütün yasa ve anayasaların eşitsiz toplum yaşamının korunmasına ve varlıklıları varlıklı olmayanlardan korumaya yönelik yasalar olduğunu görür. Halbuki tersini yapmak da bir olasılıktı. Ama tersinin olması için insanın kendisini sevdiği kadar çevresindekileri- yani herkesi de sevmesi gerekir. Ne acıdır ki insan esas olarak en çok kendi kendisini seven, egosantrik bir doğaya sahiptir. Ve bu insan doğası sınıflı bir düzenin ve düzlemin gelişmesine yol açmak durumundaydı. Böyle gelişti yaşam yolculuğu. Halbuki insan emeğinin, bilgi ve deneyimin kollektif sonucu olan kurumları sosyalize etmek, onları az da olsa insanlaştırmak – insanileştirmek mümkündür. Bunu yapmak imkan dahilinde iken yapılmaz. Aksine eşitsizlik ve adaletsizliğin büyümesi yönünde adımlar dünyanın hemen her yerinde atılmaktadır.
Oysaki toplu yaşam gerçeği ve bunun üzerinde ortaya çıkması zorunlu olan devlet denen kurumun oluşmasının asıl nedeni tek tek insanların bir başına yaşamını sürdürememesiydi. Ve bu zorunluluk devam etmektedir. O halde bu kurumun, devlet denen aygıtın en yüksek düzeyde- maksimal bir sosyalizasyona kavuşturulması gerekirken, tersinin yapılması eşitsiz yaşam zeminini artırmakta, mutsuz ve sıkıntılı toplum yaşamını doğurmaktadır.
Toplumun ortak emeği üzerinde var olan devlet ve devlet kurumları neden eşitsizlik zeminini büyütür? Liberal ekonomik yaklaşım, serbest piyasa anlayışı toplumu sosyalize eden değil paralize eden yaklaşım olarak dünyanın her ülkesinde bugün geçerli olan egemen ekonomik gerçekleşmedir. Oysa bu yaklaşım bencil ve esasta vahşi olan insan doğasının önünü sonuna kadar açmaktır. Mutlu bir dünyaya değil mutsuz, hırçın ve kavgalı bir toplum düzenine yürümek demektir.
Temel ve yaşamsal olan hususların özelleştirilmesi bu anlama gelir. Sağlık ihtiyacı ve hizmetleri Eğitim ihtiyacı ve hizmetleri Enerji ihtiyacı ve hizmetleri İletişim ihtiyacı ve hizmetleri Ulaşım ihtiyacı ve hizmetleri Konut ihtiyacı ve hizmetleri… Tüm bu hizmetlerin toplumun kollektif ürünü ve değeri olan bir bilim devleti oluşturularak onun eli ile eşit ve adaletli bir şekilde karşılanması zorunludur. Huzurlu bir dünya ve toplum yaşamı isteniyorsa bunun yapılması şarttır. Oysa bu hizmetlerin özel sektöre bırakılması, kamu adına devlet tarafından yaratılan KİT’lerin ( Kamu İktisadi Teşekkülleri) de özelleştirilmesi her türlü toplumsal yozlaşmanın, dejenerasyonun, çok kutuplu düşmanlaşmış toplum gerçeğinin oluşmasına yol açmaktadır.
Özelleşen sağlık hizmetleri demek parası olanın her türlü sağlık hizmetini en iyi şekilde aldığı, parası olmayanın ise yararlanamadığı bir gerçekleşme demektir. Aynı durum yukarıda sıraladığım tüm hizmetlerde aynen gerçekleşmektedir. Eğitimde, enerjide, ulaşım ve iletişimde, konutta vd. Aklı başında her insan bu neoliberal iktisadi uygulamaların toplum denen formda sorunlar yarattığını, sınıflar arası uçurumu artırdığını, sevgisizliği ve nefreti egemen kıldığını…kısacası ortak bir ruhsal ve kültürel şekillenmeyi ortadan kaldırdığını görür. Farklı yaşam düzeylerinin bu denli sırıtırcasına insanın gözüne gözüne sokulurcasına yaşanıyor olması hem adaletsizdir hem de vicdansızcadır.
Oysa vicdan, ahlak, merhamet ve empati türümüzün binlerce yıllık zorlu yaşam süreçlerinin sonucu olarak gelişen evrensel sosyal duygulardır. Bu evrensel sosyal duyguları erozyona uğratan mevcut neoliberal iktisat, türümüzün insanlaşma yolculuğunda bir dumur dönemini oluşturmaktadır. İnsanlaşma yolculuğu neoliberal iktisat ile durağan döneme girmiş, patinaj yapmaktadır. İnsan türünün bu dumur döneminden çıkması, toplumun sosyalizasyonunun önünü açan kollektif emeği ve yaşamı geliştiren bir iktisat ve siyaset kulvarını geliştirmesi dileğiyle…
Doğan Karaağaç 15 Eylül 2025

Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Benzer Yazılar
-
HEP SEN Mİ HEDEF GÖSTERECEKSİN ?
-
Bir Çocuğun Görünmez Yaraları – 18 ‘’ Geçmişin ağırlığında ’’
-
Özelleştirme Değil, İktisadın Sosyalizasyonu Gereklidir Hayat hiç adil değil
-
HATIRLAMA ETKİNLİĞİ
-
BU SALTANAT GEÇİCİ
-
YALAN DA OLSA SÖYLE, İNSANLAR GÜLÜYORDU DE, TRENDE, VAPURDA, OTOBÜSTE…
-
ÇERÇİOĞLU TAMAMEN DUYGUSAL
-
UMUT BURNUMUZUN UCUNDA
-
RÜZGARSIZ HAVADA DÖNEN FIRILDAĞIN MUTLAKA BİR ÜFLEYENİ VARDIR !
-
KOCAGÖL TURNUSOL KAĞIDI
-
İYİ Kİ VARSIN, CHP
-
BU HUZURUN EŞİ BENZERİ YOK!