Ana Sayfa Eğitim, Ekonomi, Gündem 11 Haziran 2024 2312 Görüntüleme

Dört Anlaşma Işığında

Bu yazının içeriği olarak Don Miguel Ruiz’in kaleme aldığı bir kişisel gelişim kitabı olan “Dört Anlaşma” adlı Toltek Bilgelik Kitabındaki Dört Anlaşma maddesine yer vermek istedim. Bunun nedeni de, bize iyi gelebilecek bazı yapılması arzu edilen ya da gereken şeylerin maddeler haline getirilmesinin akılda kalma açısından bizlere kolaylık sağlayabilecek olması. Diğer yandan, hem kitabı edinip okumak isteyenler olabileceği hem de işin spritüel yanına pek girmek istemediğimden kitaptan olabildiğince az alıntı yaparak konuyu daha çok psikoloji bilimi açısından ele almayı uygun buldum. Gerek yaşam tecrübem gerekse mesleğim gereği biliyorum ki çoğumuz, hayatımızı olumlu yönde geliştirmek ve mutluktan yana payımızı arttırmak istiyoruz. Bu bağlamda eğer dilerseniz siz de kendi kendinizle bu ve bunun gibi anlaşmalar yapabilirsiniz.
BİRİNCİ ANLAŞMA: Kullandığın Sözcükleri Özenle Seç.
Hepimizin bildiği gibi sözcükler, cümleler ve konuşma eylemleri düşüncelerimizi, duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı ifade etmemize, başkalarıyla iletişim ve ilişkiler kurmamıza olanak tanırken bir taraftan da kendimizi ve dünyayı anlamamıza yardımcı olur. Düşünmek, kişinin bilişsel yapısıyla ilişkilidir, şöyle ki kelimelerle ifade ettiğimiz düşünceler aynı zamanda onları organize etmemize ve netleştirmemize de yardımcı olur ve bu da problem çözme, karar verme ve öğrenme gibi bilişsel işlevlerimizi geliştirir. Sözcükler aynı zamanda insanların duygusal durumlarını doğrudan etkileyebilir. Örneğin, kullandığımız negatif veya agresif kelimeler, olumsuz duygusal tepkilere yol açabilirken, olumlu ve destekleyici kelimeler kuvvetle muhtemel güven ve rahatlama sağlar. Pozitif ve destekleyici bir dil kullanmak, kişinin duygu durumunu olumlu yönde arttırırken aynı zamanda ilişkileri ve sosyal bağları kuvvetlendirmeye de yardımcı olur. Ne güzel demiş atalarımız, “Tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarır” diye. Tersi durum, yani olumsuz ve eleştirel bir dil kullanmak ise kişide negatif bir duygu durumu yaratabilirken, ilişkilerde de çatışmalara ve kırılmalara neden olabilir. Ayrıca bireyin kendisiyle ilgili konuşurken kullandığı dil, kendilik algısını ve özgüvenini de etkiler. Olumlu bir dil kullanmak, kendine olan güveni artırırken, olumsuz bir dil kullanmak özgüveni zedeleyebilir. Bu madde için size önerim, öncelikle bir kalem kağıt alıp “En çok kullandığım kelimeler neler?” sorusunun cevabı olan kelimeleri not etmeniz. İkinci olarak, aynı soruyu yakınlarınıza ve arkadaşlarınıza sorup onlardan alacağınız cevapları da not etmeniz. Bu önemli, çünkü bazen sık kullandığınız kelimelerin farkında olamayabiliyoruz. Son olarak, liste tamamlandıktan sonra eğer varsa o kelimelerin karşısına daha özenli kelimeleri yazmak ve konuşurken bu yeni kelimeleri hem kendiniz hem de çevrenizle olan iletişimde kullanmaya olabildiğince gayret etmeniz. Kitaptan bir paragraf ile birinci anlaşmayı bitirelim. “Size aptal olduğunuzu söylediğimde, görünüşte bu sözü size karşı kullanmış olduğum izlemini verir. Oysa gerçekte bu sözü kendime karşı kullanmış olurum, çünkü size aptal dediğimde benden nefret etmeniz benim için iyi değildir. Bu nedenle, ben kızgınlık duyup kullandığım sözle size duygusal bir zehir aktardığımda, bu sözü kendime karşı da kullanmış olurum.” Birlikte zehirlenmeye gerek var mı?
İKİNCİ ANLAŞMA: Hiçbir şeyi kişisel algılama.
Kişisel algılamamak, hem duygusal sağlık hem de sosyal ilişkiler açısından önemli bir beceridir ve kazanılması biraz çaba gerektirir, çünkü genelde kişisel algılamaya meyilliyizdir ve bunu çoğunlukla niyet okuyarak yaparız. (Niyet Okumak, kişinin, başkalarının ne düşündüğünü veya hissettiğini kesin bir kanıt olmadan bildiğini varsaymasıdır.)Peki, bu beceriyi kazanmak bize ne katar? Öncelikle şunu söylemeliyim ki başkalarının davranışları genellikle kendi durumları, ruh halleri ve düşünceleriyle ilgilidir. Bunu bilirsek aynı zamanda bir bilişsel çarpıtma olan ve iç dünyamızı oldukça olumsuz etkileyebilen niyet okuma davranışımızı değiştirebiliriz. Örneklersek, diyelim ki partneriniz mesajınıza hemen cevap vermedi, bu durumda eğer “Mesajlarıma hemen cevap vermiyor çünkü bana ilgisini kaybetti.” Şeklinde düşünürseniz niyet okuyup kişisel algılamış olursunuz. Alternatif olarak “Belki de yoğun bir gün geçiriyor veya telefonu yanında değil.” Şeklinde düşünürseniz, cevap vermeme nedenini öğrenene kadar kendinizde duygusal üzüntü ve stres yaratmamış olursunuz. Önereceğim şey, birinin niyeti hakkında olumsuz bir varsayımda bulunduğunuzda, bu varsayımın doğru olduğuna dair gerçek kanıtlar aramanız. Diyelim ki kanıt buldunuz ve gerçekten de partneriniz size ilgisiz davranıyor, evet kabul ediyorum üzücü ama bu noktada da eğer onarılacak durumlar varsa bunları birlikte bulmaya çalışmak adına konuşmak çözüm odaklı bir yaklaşım olur. Eğer partneriniz çözüme yanaşmıyorsa, söz konusu durum da sizinle değil onunla ilgilidir artık.
Kitaptan bir paragraf ile ikinci anlaşmayı bitirelim. “ Kişisel algılamamayı alışkanlık haline getirdiğinizde sorumlu seçimler yapabilmek için sadece kendinize güvenmeyi de öğrenirsiniz. Asla başkalarının davranışlarından sorumlu değilsiniz. Sadece kendi davranışlarınızdan sorumlusunuz. Bunu gerçekten algıladığınızda, başkalarının özensizce ve bilinçsizce ya da bilinçli olarak söylediği sözler ya da davranışlar sizi kolay kolay incitemez.”
ÜÇÜNCÜ ANLAŞMA: Varsayımda bulunma.
Varsayımda bulunmak, eksik veya belirsiz bilgileri tamamlamak için yaptığımız zihinsel bir işlemdir. Bu işlem, geçmiş deneyimlerimiz, inançlarımız, değerlerimiz ve önyargılarımız gibi çeşitli faktörlerden etkilenir. Anlam Verme, hızlı karar verme, yaratıcılık gibi durumlarda olumlu etkisi olabilmekle beraber risklidir de. Zaman içinde hemen her şeyle ilgili varsayımlarda bulunma eğilimi kazanırız. Tehlike, varsayımda bulunduğumuz şey her ne ise onun sadece varsayım olduğunu akıldan çıkarmak ve doğruluğuna dair bir inanç yaratmaktır. Eğer varsayımımız doğru değilse gerçekleri yanlış yorumlamamıza ve hatalı sonuçlara varmamıza neden olabilir ve bu durum da endişe ve depresyon gibi duygusal sorunlara yol açabilir. Sürekli olumsuz varsayımlar yapmak, kişinin kendine ve başkalarına olan güvenini zedeleyebilir. Önyargılara dayalı varsayımlar ise gerçeğe kör olmamıza neden olabilir. Varsayımlarınızın farkında olmak ve bunları sorgulamak önemlidir. Bu varsayımı neye dayanarak yapıyorum? Bu varsayım gerçekçi mi? Alternatif bir açıklama olabilir mi? Bu varsayımın sonuçları neler olabilir? Gibi. Varsayımlar, açık ve dürüst iletişimi engelleyebilir. Kişiler arasındaki gerçek duygular ve düşünceler ifade edilmeden varsayımlar üzerinden hareket edildiğinde, sorunlar çözülmeden kalabilir. Kitaptan bir alıntı ile üçüncü anlaşmayı bitirelim. “Soru sormak daima varsayımlarda bulunmaktan iyidir. Çünkü varsayımlar yaşamımıza acıları davet eder. “ Söylemek istediğim bir şey daha var, örneğin biri size “Ne oldu suratın düşmüş?” diye sorulduğunda “Yok bir şey” deyip karşınızdaki kişiyi varsayımlarda bulunmaya yönlendirmek de genel huzurunuzu olumsuz yönde etkileyebilir. Canınız o anda konuşmak istemiyorsa “Yok bir şey” demek yerine bunu ifade etmek daha mantıklı olacaktır.
DÖRDÜNCÜ ANLAŞMA: Daima yapabildiğinin en iyisini yap.
Bu sefer de kitaptan bir alıntıyla dördüncü anlaşmaya başlayalım. “ Her koşul altında, daima en iyisini yapın, ne daha fazla ne daha az. Ama şunu hatırlamanızda yarar var: An, her an değiştiği için asla en iyiniz olmayacaktır. Her şey canlıdır ve her an değişim halindedir. Bu nedenle “en iyiniz” bazen yüksek kaliteli olacaktır, bazen o kadar iyi olmayacaktır. Günlük yaşamınızda duygularınızın andan ana, saatten saat, günden güne değişiklik göstermesi gibi, “en iyiniz” de zaman içinde değişime uğrayacaktır.” Bu alıntıyı içselleştirebilmek, yani “En iyi” anın ne olduğu ve bunun zamanla nasıl değiştiği, kişisel, çevresel, duygusal ve toplumsal faktörlere bağlı olduğunu bilmek sizi suçluluk duygusundan kurtarır ve ayrıca kendinize karşı daha şefkatli ve gerçekçi olmanızı sağlar.
Kitabı yıllar önce okuduğumda bu anlaşmaları kendimle yaptım ama itiraf edeyim ki özellikle ilk üç anlaşmaya uyma sürecinde haylice ihlallerim oldu ancak dördüncü anlaşmaya sadık kalmayı kısa sürede başardım. Dördüncü anlaşmayı uygulayabilmek, mükemmeliyetçi yapımı zaman içinde törpüledi ve kendime karşı daha adil davranmamı sağladı. Evet, zaman zaman ihlallerime rağmen anlaşmayı bozmadan halen uyma çabasına devam ediyorum. Bildiğiniz gibi alışkanlıklar bir anda kolayca değişmiyor ama zaman içinde yavaş yavaş sönümlenip yenileri ile yer değiştiriyor. Anlayacağınız ben bunu başaramıyorum deyip kolayca pes edip, kesip atmamalı. Bir de, sonradan öğrendiğime göre D. M. Ruiz anlaşmalara bir tane daha eklemiş o da “Kuşkucu ol ama dinlemeyi de bil.” Şeklinde. Kuşkucu olmak, her duyduğumuza, gördüğümüze veya okuduğumuza inanmamak anlamına gelirken, dinlemeyi bilmek ise sadece duymak değil, anlamak da demektir. Bu bize empati yeteneği kazandırır ve herkesin kendi deneyimleri ve inançları olduğunu ve onları onaylamasak bile bu deneyimlerin farklı bakış açılarına yol açabileceğini kabul etmek bizi daha az öfkelendirebilir. Strese bağlı öfke patlamalarının çoğaldığı son zamanlar da bu bile büyük kazanç sanırım.
Mutluktan yana payınızın artması dileğimle…
NURAY ÇALIŞKAN
FELSEFE VE PSİKOLOJİ EĞİTMENİ

Yorumlar

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Hazır Site web sitesi kurma webmaster By Uzman Tescil