Mevsim kışa yol alıyor, hala yağmur yok, sıcaklar bitmedi bir türlü. Yaşamımızdaki yapaylaşmış her şey gibi kışın da hiçbir samimiyeti yok artık. Yapraklar bile sararmayı beceremiyor. Akşam erken bastırınca eskiden, sokaklarda gün boyunca güzel şeyler yapmış, hayata değer katmış insanların yorgun ama mutlu yüzleri vardı. O yüzlerden gülücüklü selamlar yayılırdı çevreye. Şimdi insanlarda bir koşturmaca, sanki bir şeylerden kaçıyormuş ya da bir yerlere yetişme telaşı. Yılgınlık, umutsuzluk, hoşgörüsüzlük yüzlerden yansıyan. O günlerdeki gibi aynı kasabada değil, aynı mahallede değil, aynı apartmanda oturanlar bile birbirlerini tanımıyorlar. Merhabalaşmak hak getire. İnsanlar kendilerinden bile kaçar olmuş.
Bir toplum bu kadar mı dejenere olur? Çevre kirlenmiş, insani değerler yitip gitmiş. Kimin umurunda? Sevgi saygı, hoşgörü hak getire. Herkes burnundan soluyor, küçü- cük bir tatsızlık, sonu bilinmeyen patlamalara götürecek insanları. Değerbilmezlik, bencillik bu denli mi kuşatır yaşamı?
Hayret!
Şimdi mumla aradığımız o yıllarda çocukluğumuz, gençliğimiz ne kadar yaşam doluydu. Tüm yokluklara, yoksunluklara karşın. O zamanlar sokaklarımız vardı, akşamüstleri kapı önlerinde oynadığımız, büyüklerimizin söyleştiği kapı önlerimiz vardı. Çiçekli pencerelerimiz vardı, karşı pencerelerden birbirimize seslendiğimiz.
O zamanlar; kış gecelerinde masal anlatılırdı. Mısır patlatılır, kestane çıtlatılırdı. Merdiven çıkılır, aidat ödenmez, yönetici seçilmezdi. Sokak lambaları sadece direk diplerini aydınlatır, gece bekçilerinin düdükleri kulaklarımızı çınlatırdı. Yurttan sesler korosu türküler söyler, büyüklerimiz ajans saatlerinde memleket haberleri dinlerdi. Sokağımızdan her gece bozacı geçerdi. Defterlerimizin arasında çiçek kurutur, kenarları süslü kâğıtlarda sevgililere mektup yazardık. Sarı saman renkli defterlerimiz vardı, kenarlarını çiçeklerle süslediğimiz. Arkası yarınlar dinlerdi genç kızlar ve yaşam arkası yarınlar gibi geçer, giderdi. Sokaklarda gördüğümüz yüzler maskesizdi ve herkes kendi hayatını yaşardı, gün boyu.
Siyah beyaz filmlerde kendi düşlerimizi, hayallerimizi kurardık. Her hafta sonu yeni film başlar, Çarşamba matinelerinde kadınlar sinemaya giderdi. Herkes kendi hayatının romanını yazar, üretmenin ve paylaşmanın erdemini yaşardı.
Postacılarımız vardı. Özlem yüklü mektuplar getiren. En çok da bayram tebrikleri yorardı mahalle postacımızı. Pehlivan tefrikaları ve kahramanlık öyküleri okunurdu gazetelerde en çok. Maçlar radyodan dinlenir, Zambo çikletten çıkan sporcu, artist resimleri biriktirilirdi. Çelik çomak, saklambaç, istop, beş taş, sporcu,köşe kapmaca oynanır, tek kale maç yapılırdı, en çok da tombul arkadaşlarımız kaleci olurlardı.
Akşam olunca, çocuklar oyunun en tatlı yerinde anneler tarafından eve çağrılırdı.
Şimdi herkes bir selam veremeyecek kadar yoğun, iki satır mektup yazamayacak kadar yorgun ve bunca kalabalıklar içinde yapayalnız.
Bir bilgenin dediği gibi ”Dünya nüfusu arttıkça, insan sayısı azalıyor.” Ne dersiniz?
Ali Gençli